Marmara Üniversitesi’nin Haydarpaşa Yerleşkesi’nde, 17 Mart 2017 Cuma günü, gerçekleştirilen finalde ikinci olmuş, Ayder Yaylası’nda 4 gecelik konaklama kazanmıştık. Takım olarak hazırlandığımız yarışmadan kazandığımız ödülün keyfini de birlikte çıkarmak istiyorduk. Bahar dönemi vizelerinden sonrası tatil için en uygun ortak vakitti.
3 Mayıs’ta İstanbul’dan Trabzon’a vardık. Bölgeyi bilen/tanıyan insanlardan gitmeden önce aldığımız tavsiyelerden hareketle, Trabzon Havalimanı’ndan araç kiraladık. Beş kişilik takımımızda Serhat, Fatih ve Melih’in sürüş pratiğinin olması sayesinde, arabayı sürme işi de tek kişiye düşmemiş oldu. Trabzon şehir merkezinde Karadeniz pideleriyle karnımızı doyurduktan sonra burada daha fazla vakit kaybetmeden otelimize doğru yola koyulduk. Şarkılar eşliğinde, sahil yolunda birbirine benzer kıyı ilçelerinden geçerek yol aldık. Pazar’ın ardından Ardeşen’e varmadan, sahil yolunu bırakarak, bu kez kıyıdan yükselerek, sürekli daha yeşile dönen dağ yolunda ilerledik. Otelle aramızdaki mesafe azaldıkça, soluduğumuz hava daha da soğuyor, temizleşiyordu.
Otel ve çevresini keşfetme, dinlenme ve ertesi günkü planımızı belirlemeyle geçen ilk akşamın ardından, 4 Mayıs sabahı kahvaltı yapıp, Zilkale’ye doğru hareket ettik. Dağların arasında, Ortaçağ’dan kalan Zilkale’nin aşağısında, Fırtına Deresi çağlıyordu. Kaleyi gezip, dibindeki çay bahçesinde manzarayı seyrederek çay içtik. Bir sonraki durak Kaçkar Dağları Milli Parkı içinde bulunan Palovit Şelalesi’ydi. Arabamızı, Çamlıhemşin-Çat yolu üzerinde, şelaleye giden yolun girişinde, bir çeşmenin yanında bırakıp, tabelada 4 kilometre olduğu yazılı –bize hep daha uzun gelen– yolu yürümeye (hatta tırmanmaya) başladık. Üzerinde yürüdüğümüz taş yolu saymazsak insan izinden, çılgın kalabalıktan uzakta bir yerdeydik. Şelaleye vardığımızda terlemiş, yorulmuştuk. Uzağında olmamıza rağmen, çağlayan sudan üzerimize sıçrayan damlacıkları hissedebiliyorduk. Biraz dinlenmenin ardından yine yürüyerek, ama bu kez daha rahat, arabayı bıraktığımız yere indik. Çat’a vardığımızda acıkmıştık bile. Açık olan belki de tek yere girip karnımızı doyurduk. Yemek yediğimiz yerde (Toşi), Çat Yaylası’nı da görmemiz gerektiği söylense de, havanın kapatmaya başlamasıyla, yaylaya gitsek bile pek bir şey göremeyeceğimizi anlayıp otele döndük.
Mayıs başı itibariyle karlar tam olarak erimemiş, yayla yolları henüz tam olarak açılmamıştı. Lakin Kavrun Yaylası’nı önceden ziyaret etmiş olan Artun’un burayı mutlaka görmemiz gerektiğini söylemesi üzerine, 5 Mayıs sabahı Kavrun Yaylası’nı göze kestirdik. Arabamızı Galer Düzü denilen bölgede bırakıp tırmanmaya başladık. Eriyen kar sularının sesi eşliğinde yürüdük, yürüdük. Yol ıssızlaştıkça, bu şekilde yaylaya varıp geri dönmenin epey zor (hatta ayı bile çıkabileceğini düşündüğümüzde tehlikeli de) olacağına karar verdik. Yayladan dönen bir abi, sağ olsun, bizi kamyonuna aldı. Dönüş yolunda aracıyla dereye giren ve burada mahsur kalan birine yardım ettik. Yolu şaşırarak mı yoksa bile isteye mi buraya girdiğini kendi biliyordu. Ancak nasıl mahsur kaldığını sorduğumuzda verdiği “bir deneyeyum dedim,” cevabı hala aklımızda… Günün devamında, alternatif yürüyüş rotası olarak, Tar Deresi’ni seçip, Palovit kadar zorlu olmayan bir yürüyüş yaptık, Bulut Şelalesi Tabiat Anıtı’nı ziyaret ettik. Akşam yemeğini ise, tanıştığımız bir esnafın –Erkut Abi’nin– tavsiyesi üzerine Gürgendibi’nde yedik.
Yakın çevrede gezilecek yerleri bitirince, 6 Mayıs günü, Artvin’e doğru yola koyulduk. Arhavi ve Hopa’dan geçerek Borçka’ya vardık. Karagöl Tabiat Parkı’nda epey güzel vakit geçirdik.
Gezimizin son gününde uçağımız akşam saatlerinde Trabzon’dan kalkacağından, kahvaltı sonrası otel personeliyle vedalaşarak, bir kez daha yola koyulduk. Dönüş yolundan fazla sapmadan, iyi bir alternatif olacağını düşündüğümüz, Uzungöl’e geldik. Kısa sürede çokça gezebilmek için, bisiklet kiralayıp göl çevresinde tur attık. Gezdiğimiz tüm yerler içinde ağaçsızlaşmanın açıktan açığa hissedilmeye başlandığı tek turistik yer oldu Uzungöl. Umarım tek yer olarak da kalır.
Uzungöl’den ayrılıp yola çıktıktan sonra yağmur başladı, özellikle Trabzon şehir merkezine yaklaşırken şiddetini artırdı. Beş günlük seyahatin son kısmını saymazsak, Karadeniz’e gidip yağmura yakalanmadan gezebilmiştik. Şehir merkezinde geziye başladığımız yerde karnımızı doyurup, gezi boyunca bizi gezdiren aracımızı teslim edip, rötarlı da olsa İstanbul’a dönüş yaptık.
Ekip arkadaşlarım Serhat Öztürk, Melih Kara, Fatih Ermiş ve Artun Mimar’la birlikte, yarışmayı düzenledikleri için organizasyon ekibine, bu güzel ödül için Raoul Wallenberg Enstitüsü’ne ve sorularımızı yanıtsız bırakmayan Dr. Özen Ülgen ve araştırma görevlisi Burcu Alkış’a teşekkür ederiz. – Oğuzhan Yeşiltuna