Raoul Wallenberg kimdir?

Raoul_Wallenberg

II. Dünya Savaşı sırasında, genç bir İsveçli diplomat, on binlerce Macar Yahudisi’ni Naziler’den kurtardı. Ancak 1945 yılının Ocak ayında Sovyet birlikleri tarafından tutuklandı ve bir daha kimse onu görmedi.

Alman askerlerinin Budapeşte’ye vardığı gün, 89 yaşındaki Marianne Balshone’un hiçbir zaman unutamayacağı günlerden biri oldu.

O gün, Balshone nişanlısı Pista ile Tuna nehrinin kıyısında buluşacaktı ancak Pista arayıp, Alman birliklerinin şehrin köprülerini geçmekte olduğunu ve evde kalması gerektiğini söyledi.

“O günden sonra her şey, baş aşağı gitmeye başladı… Bu, benim gençliğimin sonunun başlangıcıydı” diyor Balshone. O zaman, 17 yaşındaydı.

Frank Vajda da o günü hatırlıyor. Sekiz yaşında bir çocuk olarak, Alman tanklarının şehrin içlerine ilerlemesini seyretti. “Gürleyerek yanımıza geldiklerini ve insanların kendilerinden geçtiğini hatırlıyorum… Herkes Hitler selamı veriyor ve çığlıklar atıyordu… Çok korkmuştum.”

Balshone ve Vajda, Budapeşte Yahudi cemaatinin birer üyesiydi. Onlar da, Macaristan’daki diğer Yahudiler gibi ayrımcılığa ve anti-semitist yasalara maruz kalmışlardı. Fakat Macaristan’ın Almanya’yla ittifakı sayesinde, Macar Yahudileri, o ana kadar, Avrupa’nın diğer bölgelerindeki Yahudilerin tecrübe ettiği dehşeti yaşamamıştı.

Ancak bu durum, sert bir şekilde değişecekti – Hitler, Macar lider Miklos Horthy’ye güvenmemeye başlamıştı ve 19 Mart 1944’te Alman güçleri Macaristan’ı işgal etti.

Takip eden gün ve aylarda, Macaristan genelinde yüz binlerce Yahudi kuşatıldı, gettolara kapatıldı ve sürgün trenlerine dolduruldu.

Macaristan hükûmetinin desteğiyle Naziler, iki ay içerisinde, 440 bin Yahudi’yi Macaristan’dan sürgün etti – çoğu, en büyük ve en kötü şöhretli ölüm kampı, Birkenau’daki Auschwitz’e gönderildi.

Bunun üzerine, 1944 yazında İsveç – ABD’nin de desteğiyle – Macaristan’daki geri kalan Yahudiler’e yardım etmek için Budapeşte’deki diplomatik görevlilerini kullanma kararı verdi.

31 yaşındaki iş insanı Raoul Wallenberg, İsveç’in en varlıklı ve en önemli ailelerinin birinden gelmişti – diplomatik tecrübesi yoktu ve üniversitede mimarlık okumuştu, ancak karizması onu ayrıcalıklı kılıyordu.

İsveç’in özel elçisi olarak atandı ve Haziran ayında Macaristan’a vardı – ABD Holokost Anma Müzesi’ne göre o anda, ülkede kalan tek Yahudi cemaati başkent Budapeşte’de idi.

“İlk önce kırsal bölgelerdeki sürgünleri organize ettiler. Karar, en son Budapeşte’nin boşaltılmasıydı, bu nedenle Wallenberg, diğer İsveçliler ve tarafsız kalan diğer diplomatlar için orada hâlâ, bir şeyler yapılabilecek bazı Yahudiler kalmıştı” diyor “Raoul Wallenberg Budapeşte’de: Mit, Tarih ve Holokost”un yazarı Dr Paul Levine.

Balshone, Wallenberg’in varışıyla ilgili duyduklarını anımsıyor ve “Macar Yahudilerini kurtarmak için Budapeşte’ye geldiğinin” söylendiğini hatırlıyor.

Babası Gestapo tarafından gözaltına alınmıştı ve Budapeşte’deki bir kampta tutuluyordu – Balshone, burasının, çoğu insanın Auschwitz’e doğru yolcuklarına başladığı bir yer olduğunun farkındaydı. Fakat Wallenberg tarafından dağıtılan bir kağıt parçası hayatını kurtardı.

Wallenberg’in varışından önce de, Budapeşte’deki İsveç Büyükelçiliği, Macar Yahudilerine zaten seyahat belgeleri çıkarıyordu – bu özel sertifikalar İsveç pasaportu işlevi görüyordu.

Kağıtların gerçek anlamda hukuksal bir değeri yoktu ancak İsveçliler, Macarları, ellerinde bu kağıtlardan olan insanların kendi korumaları altında olduğu konusunda ikna etmeyi başardı.

Wallenberg geldiğinde, sertifikaların daha resmî görünmesi gerektiğine karar verdi ve bu yüzden onları yeniden tasarladı. Belgelere İsveç bayrağının renkleri olan mavi ve sarıyı kattı, hükûmetin damgasını işledi ve İsveç kraliyet taçlarını ekledi. Belge, Schutz-izni veya koruyucu izin olarak biliniyordu.

Wallenberg, Macarlarla beş bin Schutz izni çıkartmasına izin vermeleri konusunda görüşmelerde bulundu ancak Uluslararası Raoul Wallenberg Vakfı’na göre, bu sayının üç katı kadar izin çıkarttı.

Bazı insanlar Budapeşte’deki İsveç Büyükelçiliği önünde belgeler için sıraya girdi ancak Wallenberg ve çalışanları, izinleri sadece onlara değil, şehrin genelindeki Yahudilere ulaştırdı.

Wallenberg’in şoförlerinden biri, diplomatın, Auschwitz’e gitmek üzere Budapeşte’den kalkmak üzere olan bir treni nasıl durdurduğunu aktarıyor: “Bir deste pasaportla trenin tepesine tırmandı ve açık kapılardan sabırsızlıkla uzanan ellere aktardı.”

Wallenberg, uyarı ateşi açan Nazi ve Macar korumaları görmezden geldi ve elinde koruma izni olan herkesin trenden inmesini emretti. Böylece onları “bir dehşet ve ölüm yolculuğundan” kurtardı.

Balshone, babasına verilmek üzere bir Schutz izni edinebilmişti. “İşte Gestapo kağıt parçasını kabullenmek zorunda kaldı” diyor. “Ve ertesi gün babam evimizin eşiğinde belirdi, perişan bir haldeydi, dövülmüştü ama hayattaydı.”

Wallenberg ayrıca, içinde hastaneler ve bir çorba mutfağı da olmak üzere Budapeşte’de 30’dan fazla bina satın aldı ve kiraladı – giriş kapılarına İsveç bayrağı astı ve bu binaların İsveç diplomatik dokunulmazlığıyla korunduğunu duyurdu. En az 15 bin Yahudi, korunmak için bu binalara yerleşti ve yüzlercesi de Wallenberg için çalıştı.

Aylar sonra, Wallenberg, Balshone ailesinin bir üyesini daha kurtardı. O sırada Balshone ve Pista evlenmişti ve güvenlik için İsveç’in Budapeşte’deki diplomatik bürolarından birinin bodrum katına taşınmışlardı.

Orada yaşayan diğer insanlar gibi Balshone’nin de, birinci kattaki büronun telefon santralinde çalışma sırası gelmişti. Bir sabah, tam mesaisine başlamak üzereydi ki, pencereden dışarı baktı ve bodruma doğru ilerleyen askerleri gördü.

“Kocam da dahil olmak üzere herkes, Tuna Nehri’ne götürülmek üzere Budapeşte’nin karlı sokaklarına çıkartılmıştı.”

En kötüsünden korktu – Macar faşistleri, Almanların da yardımıyla, düzenli olarak, Yahudileri Tuna kıyısına götürüp, cesetleri nehre düşecek şekilde vuruyordu. “O sıralar Mavi Tuna, Kızıl Tuna’ya dönüşmüştü” diyor Balshone.

Santrale erişimi vardı, bu sayede, neler olduğunu söylemek için Wallenberg’in bürosunu aradı – daha sonra duydu ki Wallenberg Tuna’ya gitmiş ve birliklerin karşısına çıkmıştı.

“Bu korkunç askerlere ‘Bu insanları götüremezsiniz, hepsi İsveç vatandaşı. Kağıtlarınızı gösterin millet!’ dedi.”

Yakalananlardan bazılarının yanında İsveç Schutz İzni vardı, bazılarınınsa yoktu, ama herkes Wallenberg’in söylediğini yaptı ve ellerindeki bütün belgeleri gösterdi.

“İnan ya da inanma ama bu Raoul Wallenberg’in öyle bir gücü ve karizması var ki, ve Tanrı bilir ona neyin bu dayanıklılığı verdiğini – ama herkesi serbest bıraktılar ve kocam döndü” diyor Balshone.

Sekiz yaşındaki Frank Vajda ve annesi Maria, Alman işgalinin hemen ardından Budapeşte’deki küçük dairelerinden atılmıştı – bina görevlisi, yetkilileri Yahudi oldukları konusunda bilgilendirmişti. Vajda ve annesine Gettoya gitmeleri emredildi ancak Vajda’nın annesinin pediyatri hemşiresi olarak çalıştıkları hastaneye taşınmaya karar verdiler.

Babası, Yahudi erkeklerin karayolu ve demiryolu inşa etmeye zorlandığı Macar “işçi hizmetleri”nin bir üyesiydi – çoğu korkunç bir muameleye maruz kalıyordu ve rezil şartlarda yaşıyordu. Frank, evlerinin zemininde oyuncaklarıyla oynarken annesinin babasına hoşça kal öpücüğü vermesini istediği günü çok net şekilde hatırlıyor – onu bir daha göremedi.

Hastanede yaşarken Vajda, bazı insanların İsveç pasaportu sahibi olduğunu duyduğunu ve duvarda asılı olan tarafsız devletlerin bayraklarını hatırlıyor. Sonra, 16 Ocak 1944’te Wallenberg’le tanıştı.

“Genelde oynadığım hastanenin arka bahçesinden içeri giriyordum” diyor. “Annemi, ağır silahlı korumalarla şiddetli bir münakaşaya girişmiş buldum.”

Adamlar Macaristan’ın faşist Ok-Haç Partisi’ndendi ve Vajda annesine, onlarla tartışmaması için yalvardı.

Aralarında annesinin de olduğu yaklaşık 30 kişi hastaneden çıkartıldı ve bir askeri kışlaya doğru yürütüldü. Resmî geçit yapılan yere girdiler ve herkese, bir makineli tüfeğin önündeki duvara tek sıra halinde dizilmesi söylendi.

“Bizimle olan kadınlardan biri bayıldı ve anneme ‘Neler oluyor?’ diye sordum. Bana ‘kadın bayıldı çünkü adamlar bizi orada mı vuracaklarını, yoksa Tuna’ya mı götüreceklerini tartışıyordu’ dedi.”

O anda, askeri kışlaya bazı siviller geldi – içlerinden biri Wallenberg’di. Vajda onu, 15 metre ötede, silahlı korumalarla özel bir görüşmede ayakta dururken hatırlıyor.

Konuşma 10 dakika kadar sürdü ve o sırada Vajda, resmî geçit yapılan alanda mı, yoksa Tuna’nın orada mı ölmenin daha iyi olacağını bulmaya çalıştığını anımsıyor.

“Ve sonra birden konuşmayı bıraktılar, bize doğru geldiler ve geri götürüldük. Açıklama yok, hiçbir şey yok. Ama hepimiz, nereden geldiysek oraya geri götürüldük ve buna inanamadık.”

Buna benzer çok sayıda hikâye var – ancak yalnızca bir adam nasıl olur da bu kadar etkili olur ve bu kadar çok insanı kurtarabilir?

“Hiç şüphe yok ki o özel bir kişiydi – karizmatik ve oldukça akıllı” diyor Levine. “Fakat Raoul Wallenberg’in, Macarlar ve Almanlar tarafından tanınan egemen bir hükûmetin temsilcisi olduğunu hatırlamak çok önemli. Bu sayede, müzakere etmesini sağlayan bir statüsü ve mevkii vardı.”

Sovyetler Budapeşte’ye yaklaşırken, Wallenberg’in nihaî amacı, Nazileri, 70 bin kişiye ev sahipliği yapan Budapeşte’deki en büyük Yahudi gettosunu yok etme planını durdurmaya ikna etmekti.

Görevli Alman generali Wallenberg’den bir mektup aldı – Wallenberg mektubunda, gettonun yıkılmasından generalin kişisel olarak sorumlu tutulacağına ve bir kez savaş bittiğinde savaş suçlusu olarak asılacağına yemin ediyordu.

Planlanan katliam durduruldu – Marianne’ın büyükbabası o gettodaydı ve İsveçli diplomat tarafından kurtarılan üçüncü akrabasıydı.

Bu kadar insanı kurtarmasına rağmen, Wallenberg’in kendi hayatının hüzünlü ve açıklanamayan bir sonu oldu. 1945’in Ocak ayında, Sovyetler Birliği’nin Budapeşte’nin doğusunu ele geçirmesinin ardından, Wallenberg Sovyet birlikleri tarafından tutuklandı. Bu, görüldüğü son an oldu.

Neden yakalandığı veya nasıl öldüğü bilinmiyor. 1957’de Sovyet Dışişleri Bakanı, Wallenberg’in, 17 Temmuz 1947’de Moskova’daki Lubyanka hapishanesinde geçirdiği kalp krizi sonucu öldüğüne dair bir raporu İsveçli yetkililere iletti.

Ancak 2009’da, Wallenberg’in ölümünü soruşturan ABD’den iki araştırmacı, Rusya gizli polisi FSB’den bir mektup aldı. Mektupta “büyük olasılıkla” Wallenberg’in “7 numaralı mahkûm” olarak adlandırıldığı ve bu mahkûmun 23 Temmuz 1947’de – sözde kalp krizinden altı gün sonra – sorgulandığına dair kayıtların olduğu yazılıydı.

Ayrıca diğer mahkûmlar, diğer tutuklu diplomatlar ve hatta bir hapishanede çalışan bir temizlik işçisi kadın ona benzeyen veya kendine Wallenberg diyen bir İsveçli’yi gördüklerini ifade etti. Bunlardan bazıları onu, 1947’den seneler sonra hapishanede gördüğünü söylüyor.

Kayboluşuyla ilgili çok sayıda soruşturma açıldı ancak bunlardan hiçbiri sonuca götürücü bir cevap oluşturamadı.

“Nihaî bir kanıt yok. Onu gördüğünü söyleyen tanıkların değişen derecelerde güvenilirliği var ve hiçbirinin tam olarak güvenilirliği kanıtlanamadı” diyor Levine. “Bu nedenle, elimizdeki en iyi kanıt, rahatsızlık yarattığı için 1947 Temmuz’unda öldürüldüğü.”

Bazıları, Sovyetlerin onun insanî çabalarından şüphe duyduğunu iddia ediyor – başka amaçları olduğunu düşünüyor. Veya Amerikan ajanı olduğundan şüphelenmiş olabilirler.

“Ajan olmuş olabileceğini iddia etmek kolay, fakat bu konuda bir kanıt yok” diyor Levine. “Diğer tüm İsveçli diplomatlar da Sovyetler tarafından birkaç haftalığına tutuklandı ama onlar Stockholm’e geri gönderildi. Wallenberg ise serbest bırakılmadı ve nedenini hâlâ kesin olarak bilemiyoruz.”

Buna rağmen, Wallenberg’in anısı, kurtardığı insanlar tarafından yaşatıldı – üzerinden 70 yıl geçse de, Balshone gibi insanlar, onun hikâyesini, okullarda ve üniversitelerde Holokost üzerine çalışan yeni nesillere anlatıyor. Ve şimdi Melbourne’de nöroloji profesörü olan Vajda, Avustralya hükûmetine, Raoul Wallenberg’in bu ülkenin ilk ve tek onursal vatandaşı ilan edilmesi için başvuruda bulundu.

“Şimdi onunla buluşabilseydim, elini sıkar, yanağından öper ve ona sarılırdım” diyor Balshone. “Ona ‘Sen bir kurtarıcısın, inanılmaz bir insansın ve hepimiz sana kalplerimizin en derininden teşekkür ederiz’ derdim.”

BBC News Magazine için Rob Brown tarafından kaleme alınmıştır.

Yazının İngilizce orijinali için tıklayınız.

2 thoughts on “Raoul Wallenberg kimdir?

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s